13 Ağustos 2013 Salı

Geçti Çobanoğlu

Daha önceki yazılarımda halk kültürüne ve özellikle aşıklık geleneğine olan ilgimden çeşitli vesilelerle bahsetmiştim. Öz be öz ait olduğumuz kültürün doğurup beslediği aşıklık geleneğinin ürünleri geçmişten beri görsel medyada ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Özellikle Anadolu insanın oldukça mühim bulup saygı duyduğu birçok halk ozanını, kültürüne ilgi duymayan ve sadece görsel medya kanalıyla öğrenmeye çalışan insanlar tanımamaktadır. Her şeyin olabildiğine hızlı şekilde insandan ve kültürden soyutlanmakta olduğu günümüzde kaynağını tamamen halk kültüründen alan aşıklık geleneğinin ve bu geleneğin önemli isimlerinin tanınması benliğimizin kaybolmaması adına önemli bir gereksinimdir.

İşte bu gerekçe ile bu kültürün önemli isimlerine dair -benim bilme şerefine nail olduklarım- yazılar yazmak ve bir vesile ile bu yazıları okuyanlara tadımlık güzellikler sunmak amacındayım.

Bu isimlerden ilki ise Kars ilinin yetiştirdiği en büyük aşıklardan biri olan Murat Çobanoğlu.

1. Çobanoğlu Açma Sır Elden Gider

" insan dedikleri duvara benzer
hele suvakları dökülsün de gör
dost gördüğün her güzele aldanma
saç ağarsın beli bükülsün de gör "

Yanılmıyorsam lisenin birinci yılında edebiyat kitabında gördüğüm yukarıdaki gibi başlayan şiiri ile tanımıştım Çobanoğlu'nu. Memleketimden ve aile eşrafının bu geleneğe yakınlığından ötürü ismini çok daha evvel biliyordum elbette lakin yukarıdaki şiir birçok lise öğrencisi gibi benim de Çobanoğlu'nun tanıdığım ilk eseri idi. O günden sonra tesadüf mü demeli yoksa tevafuk mu bilemiyorum ama halk edebiyatına, halk şiirlerine ve bilhassa aşıklık geleneğine karşı ilgim sürekli artarak devam etti. Lise boyunca elimden geldikçe ve sınav maratonundan fırsat buldukça halk şiiri örneklerini okumaya çabalıyor, okudukça zevk aldığımı hissediyordum. Nihayet liseyi bitirip üniversitede edebiyat bölümüne yerleşince zevk aldığım edebi faaliyetleri ders çalışmak zorunluluğu olarak nitelemeyerek yapmaya başladım. Divan şiiri alakamın yanında ilk göz ağrım diyebileceğim halk şiiri ürünlerini de ihmal etmiyordum. Özellikle memleketimin de etkisi ile -Ardahan- aşıklık geleneğine karşı duyduğum ilgi apayrı bir tat veriyor ve bu sayede daha da fazla ilgilenmem için beni teşvik ediyordu.

İşte o zamanlar çok fazla uzaklara gitmeden en yakınımdan başlamaya karar verdim ve Murat Çobanoğlu'nu daha da yakından tanımak için çabalamaya başladım. Ulaşım kolaylığından ötürü evvela internet üzerinde görüntülü yahut sesli kayıtları dinliyordum. Bilindiği üzre aşıklar eserlerini saz ile icra ederler. Eserlerin kuru kuru sözlerini okumanın verdiği zevk yahut düşündürme etkisi saz ile birleşince verdiği etkinin yanında oldukça hafif kalıyor. Ben de bu güzel etkiden nasiplendikçe daha çok ilgi duyuyor daha fazla derine inme dürtüsü duyuyordum. Gerçi bu konuda Çobanoğlu sayesinde biraz şanslı idim ve hala öyleyiz.

Konuyu şöyle açmak isterim;

Efendim, aşıklık doğaçlama ile yapılan bir iştir. Aşıklar ürünlerinin büyük bir kısmını icra ortamında irticalen çıkarırlar. Son yüzyıl ozanları bunların bir kısmını -şansları da yaver gidip bir yapımcı bulduklarında- plaklara ve kasetlere okumuşlardır. Bir kısmı ise ilk zamanlarda TRT'de daha sonra da özel kanallarda yapılan programların kayıtlarında kalmıştır. Bir kısmı da yapılan ilmi çalışmalara malzeme olmuş ve yazılı hale geçirilebilmiştir. İşte bizim şanslı olduğumuz konu Murat Çobanoğlu'nun çağdaşları arasında ciddi manada sıyrılan ve başa oynayan bir aşık olması sebebi ile eserlerinin bu bahsettiğimiz kayıt alanlarında diğer aşıklara nazaran daha fazla mevcut olmasıdır.

Murat Çobanoğlu 1 Kasım 1940 yılında Kars'ta doğmuş, ailesi Arpaçay ilçesine bağlı Koçköyü beldesinde yaşamış bir aşık. 26 Mart 2005 tarihinde Ankara'da hakka vasıl olana dek gönlünden gelenleri saz ile dile getirmiş, birçok insani hisse tercüme olarak gönüllerde yer edinmiş ve her vakit saygı ve sevgi ile ismi anılmıştır. Çobanoğlu'nun babası ve ustası aynı zamanda Aşık Şenlik'e çıraklık etmiş olan Gülistan Çobanoğlu'dur. Çocukluğundan itibaren şiire ilgi duyan Çobanoğlu kendince şiirler söylemeye başlamış ve bir gün uykusunda gelen ilahi düstur sayesinde de ömrünü bu yola adamıştır. Bilindiği üzre aşıklık geleneğinde aşığa bir ustadan yahut pirden sunulan "bade içme" olayı vardır. Bade içen aşıklar şiir söylemenin ilahi bir "görev" ve "yetenek" olduğuna inanır ve o yolda yürümeye başlar. Çobanoğlu'nun bade içmesi ise şu şekilde olmuş; "1952 yılının yayla zamanıdır. Bütün mahalleli Kars'ın Kuzey Doğusu'nda yer alan ve Kars'a 10.km uzaklıkta bulunan Kars Yaylası denilen yaylaya çıkacaklardır. Aşık Gülistan da kafilede yerini alır. yayla yolu üzerinde Habil Gölü diye bir göl vardır. Bu gölün kıyısı boyunca yol devam eder. Yolun sağında ise bir su gözesi vardır. Barhana yüklü öküz arabası yavaş yavaş ilerlemektedir. Murat da arabanın arka kısımlarında oturmaktadır. Su içmek için arabadan iner ve gözenin başına oturur. Su içip, çiçekleri koklayayım derken, olacak ya oracıkta uyur kalır. İşte olan burada olur, verilen burada verilir. Çobanoğlu burada başından geçenleri şöyle anlatır: "Kayanın dibindeki gözeden su içtim. Çimenlerin üzerine uzanıp çiçekleri koklarken uyumuşum. Rüyamda bir sedirde oturan üç derviş gördüm. Dervişlerden biri su verdi. Suyu içtim. İçim yanmaya başladı. Onun bâde olduğunu anladım. Öndeki derviş bana mühürlü bir fermânı okuttu. Daha sonra birlikte Kur'an'dan ayetler okuduk. Uyandığımda çeşmenin yanındaydım. Kendimi çok güçlü hissediyordum. Hafızamda bazı şeylerin yer ettiğini anladım. Babamlar beni hayli aramışlar. Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Babamlar beni bulduklarında birşeyler söylüyor, şiir gibi birşeyler okuyormuşum. Babam üstâdı Şenlik'in bâde içme meselesini bildiği için benim durumumu hemen anlamış ve beni korumaya almış. Haram birşey yer maneviyatımı zedelerim diye kırk gün beni yanından ayırmamış." (*)


Görüldüğü gibi Çobanoğlu da bir rüya sonucunda bade içtiğini ve bu sayede aşık olduğunu anlatıyor. Yani onun şiirlerinin derinliğinin sebebi badeli bir aşık olmasıdır.

Bade içen Çobanoğlu babasının da teşviki ve kılavuzluğu ile saz çalmaya ve şiirler söylemeye başlar. Aşıklığının ilk yıllarında "Devrâni", "Yanani" gibi mahlaslar kullanan Çobanoğlu daha sonraki yıllarda çağdaşı ve yakın arkadaşı Erzurumlu Aşık Reyhani'nin tavsiyesi ile Çobanoğlu mahlasını benimsemiş ve bu mahlasla şiirlerini söylemeye devam etmiştir. Yeri gelmişken aşık edebiyatındaki mahlas alma konusunda birkaç bir şey söylemek istiyorum. Bu gelenekte mahlas almanın belli başları yolları vardır. En yaygını mahlasın rüyada badeyi sunan pir tarafından verilmesidir. Bunun yanında ustaların çıraklarına verdiği mahlaslar, aşığın kendine mahlas belirlemesi gibi yollar da vardır. Çobanoğlu ise yukarıda belirttiğimiz gibi Aşık Reyhani'nin tavsiyesiyle mahlasını belirlemiştir. Ancak bade içmesini anlatan Çobanoğlu ilk söylediği şiiri Murat Çobanoğlu ikincisini ise Çobanoğlu mahlası ile söylemiştir.(**) Daha sonra ise yukarıda belirttiğimiz farklı mahlasları neden kullandığını bilmiyoruz. Netice itibariyle Çobanoğlu ilk söylediği şiirlerde kullandığı mahlası bir süre bırakmış ve daha sonra bir daha bırakmamak üzere tekrardan kullanmaya başlamıştır. Buna ek olarak aşıklık kültürünün bir hüner gösterisi olan ve dudak ünsüzleri (b,p,m, f, v) dediğimiz harflerin kullanılmaması ile söylenen "leb değmez" de Çobanoğlu mahlasının olanak vermemesinden ötürü "Yanani" mahlasını kullandığı da olmuştur.


2. Damladan Umman Olmaya

                                                          " Kudrettendir kale burcu temeli
                                                            Buluta baş verir şanlı Kars'ımız
                                                            Yüzyıllar boyunca düşmana karşı
                                                            Göğüs gerer durur şanlı Kars'ımız
                                                                   
                                                                          * Kars Koçaklaması'ndan

Çobanoğlu'nun ilk başarısı  1957 yılında Kars'ta bir kahvede yapılan aşıklar arası yarışmada Kars Koçaklaması ile birinci olmasıdır. Bu şiirle alakalı Prof. Dr. Fahrettin Kirzioğlu Türk Kültürü dergisinin Ağustos 1964 tarihli sayısında: " Arpaçay'ın Kıraç köyünden olup, 1920 den beri Kars'ta oturan Aşık Gülistan Çobanlar'ın "Devrani" tapşırmasını kullanan 1940 doğumlu oğlu Murat Çobanlar, Karslı aşıklar içinde coşkunluğu ile geleceği umutlu görünen en geç halk şairlerimizdendir. 24 Eylül 1957'de lise öğretmenlerinin de bulunduğu bir halk kahvesindeki gece meclisinde yarışan aşıklar içerisinde bu şiiri ile birinciliği almıştır." diyerek söz konusu şiiri vermiştir. Fakat Çobanoğlu'nun kendini geniş kitlelere tanıtması 1965 yılında ilk kez düzenlenen "Türkiye Aşıklar Bayramı" na katılması ve burada gösterdiği başarı sayesinde olmuştur. Burada Posoflu Müdami'nin karşısında galip gelmiş fakat hocası yaşındaki Müdami'ye saygısızlık etmemek için birinciliği kabul etmek istememişse de jüri tarafından Müdami ile beraber birinci ilan edilmiştir. Yine aynı yarışmanın türkü dalında bugün dahi Çobanoğlu deyince ilk akla gelen "Kiziroğlu Mustafa Bey" türküsü ile birincilik elde etmiştir. Babasından duyduğu bu türküye kendi yorumu ile ses veren Çobanoğlu o günden itibaren "şöhret" basamaklarını bir bir tırmanmış ve aşıklık geleneğinin en önemli aşıklarından biri haline gelmiştir.

Daha sonraki yıllarda çıkardığı plaklarla iki kez altın plak ödülü kazanmış, yurt ve dünya çapında ismi bilinen bir aşık haline gelmiş Çobanoğlu çeşitli vesilelerle yurt dışındaki programlara katılarak gurbetteki halk geleneği dostlarının özlemini gidermiş bunun yanında bu kültürü yurt dışına da taşımıştır. Bu programlarda zaman zaman tek başına zaman zaman da çağdaşı ve arkadaşları aşıklarla katılan Çobanoğlu kendi besteleri ile usta malı eserleri oldukça etkili şekilde seslendirmiştir. Bunun yanında aşıklık geleneğinin önemli bir geleneği olan atışmada da gerek engin bilgisi gerekse gerektiği zaman hicivci  olabilen dili sayesinde usta kabul edilen bir aşık olmuştur. Çobanoğlu'nun Aşık Reyhani gibi Şeref Taşlıova gibi aşıklarla çeşitli vesilelerle yaptığı atışmalar dinleyenlerin zaman zaman gülüp zaman zaman hayret ettiği derinliklere ulaşmıştır. Bense bu atışmalara apayrı bir ilgi duyuyorum. Bu atışmaları buraya tek tek yazmak isterim fakat bu mümkün olmadığı için çeşitli ortamlarda dinlediğim yahut okuduğum bu atışmaların aşıkların birbirine taş attığı "taşlama" kısımlarından hatrımda kalan birkaçını burada belirtmek isterim.

İlki Çobanoğlu ile Aşık Reyhani'nin Aşıklar Bayramı'nda yaptığı bir atışmadan;

Reyhani:

Dinle sözlerimi sen Çobanoğlu
Ben sana erkânı bildiremedim
Çok aşıklar geldi kaçtı elimden
İsmini defterden sildiremedim

 Çobanoğlu:

Dinledim sözünü Yaşar Reyhani
Ben seni bu işten yıldıramadım
Beş yıldır Konya'da eyledik meydan
Çalıştım ben seni öldüremedim

 Reyhani:

Akıl ermez senin meraklarına
Ak dersin alemin boyaklarına
Koca Avrupa'da ayaklarına
Bir çift ayakkabı olduramadım

Çobanoğlu:

Hele dikkat eyle bizi alem dinliyor
Bu nasıl ateştir sende kaynıyor
Erzurumlular iyi baş bar oynuyor
Ben sana bir zurna çaldıramadım

Reyhani:

Reyhani de der ki kardeş çekerim zarı
Encamın topraktır bakma yukarı
Sofu adam hiç oynar mı bu barı
Ben sana bir namaz kıldıramadım

Çobanoğlu:

Çobanoğlu der ki sözlerin tamam
Her işe kadirdir hazret-i hüda'm
Ben cemaat oldum sen oldun imam
Ben sana kıbleyi bir bildiremedim


İkincisi ise bir başka Karslı Şeref Taşlıova ile yaptıkları bir atışmadan:

Taşlıova:

Madem senin ile muhabbet kurdum
Eli güllüm sen mi geldin karşıma
Aşıklık denilen arıya benzer
Dili ballım sen mi geldin karşıma

Çobanoğlu:

Tatlı bir dil ilen davet eyledin
Başka hallim sen mi gerdin karşıma
Maşallah boyun benden de uzun
Kulaç kollum sen mi geldin karşıma

Taşlıova:

Başka bir erkanda görünmeyesin
Ceylansın avcıya vurulmayasın
Sana bir söz desem darılmayasın
Sırtı çullum sen mi geldin karşıma

Çobanoğlu:

Evvel söz söyledin beni bağladın
Ne dedim ki başka yana yolladın
Hemen kızdın kuyruğunu salladın
Ağzı kıllım sen mi geldin karşıma

Taşlıova:

Şeref yüce dağlar süs verir gider
Hasretlik çekenler yas verir gider
Çobanın peşinde ses verir gider
Boynu zillim sen mi geldin karşıma

Çobanoğlu:

Çobanoğlu der ki bilmedin neden
Hani ya o insan sözünü güden
Çobanın peşinden devedir giden
Ağzı yallım sen mi geldin karşıma


Çobanoğlu sanatını icra etmenin yanında aşıklık geleneğinin düsturu olan usta-çırak ilişkisi çevresinde birçok genç aşığa ustalık etmiştir. 1971 yılında Kars'ta açtığı "Çobanoğlu Aşıklar Kahvesi" ise birçok aşığın yetiştiği bir kültür ocağı haline gelmiş aynı zamanda çevre illerde de benzer kahvehanelerin açılmasını sağlamıştır.

Çobanoğlu şiirlerinden başka halk hikayeleri de tasnif etmiş ve icra ortamlarında bu hikayeleri anlatmıştır. "Saraç İbrahim",  "Cünun ile Dertli Sultan" , "Adil Şah ile Lale Sultan" gibi hikayeleri tasnif etmiş Çobanoğlu özellikle uzun kış gecelerinde günlerce sürebilen bu hikayelerle de insanların gönüllerine dokunmayı bilmiştir.

Kısa kısa bilgiler;

- İlkokulu Kars'ta okuyan Çobanoğlu ortaokula devam edememiştir. Daha sonra ise 1987 yılında ortaokulu, 1992 yılında ise liseyi dışarıdan bitirmiş daha sonra ise Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi'ne kayıt yaptırmışsa da işlerinin yoğunluğundan ötürü öğrenimini devam ettirememiştir. (***)

- 21 Ekim 1972 de "Altın Saz Yarışması"nda yılın ozanı seçilmiştir.

- Hakkı Virani, Mürsel Sinan, İlgar Çiftci gibi çıraklar yetiştirmiştir.


3. İnsan Bir Ağaçtır Ömür de Yaprak


                                                          " Çobanoğlu can çekildi
                                                             Sinem tarlası ekildi
                                                            Saç ağardı bel büküldü
                                                            Geçti benden geçti benden"



Aşıklıkla geçen ömrün sonu 26 Mart 2005 günü Ankara'da nihayete ermiş ve Çobanoğlu hakka yürümüştür. 65 yıllık ömrüne sayısız nağme sığdırmış Murat Çobanoğlu'nun ölümü ile zaten bir elin parmakları kadar olan usta aşıklardan birisi eksilmiş ve gönül tercümanlarından biri daha ahirete göç etmiştir.

Sağlığında bu geleneği bilen kişiler nazarında oldukça fazla kıymetli olan aynı zamanda "devlet sanatçısı" ünvanlı Çobanoğlu ölümünden sonra da özellikle memleketi Kars'ta ayrı bir hassasiyetle yaşatılmaya çalışılmıştır. Çobanoğlu adına aşıklar bayramı düzenleyen Kars Belediyesi Çobanoğlu'nu temsilen heykelini de yaptırmıştır. 

Murat Çobanoğlu hayatta iken hayatıi sanatı ve eserlerine dair çeşitli ilmi çalışmalar da yapılmıştır. Bunların en kapsamlısı ise Ali Kafkasyalı tarafından 1998 yılında yayınlanan, "Aşık Murat Çobanoğlu Hayatı, Sanatı, Eserleri" adlı çalışmadır. Bu yazıda yer alan çeşitli bilgiler için ben de ismi geçen eserden faydalandım. Böyle bir çalışma için değerli ilim insanı Ali Kafkasyalı'ya da ayrıca teşekkür etmeli.

Bir ömrü aşıklıkla geçiren Çobanoğlu bedenen artık bu dünyada olmasa da nağmeleri dilden dile, gönülden gönüle yayılmakta ve muhataplarının gönüllerine bir şekilde ulaşmaktadır.

notlar;

*  Âşık Murat Çobanoğlu Hayatı, Sanatı, Eserleri s.20 (Ali Kafkasyalı, 1998)
**  Âşık Murat Çobanoğlu Hayatı, Sanatı, Eserleri s.21 (Ali Kafkasyalı, 1998)
*** Âşık Murat Çobanoğlu Hayatı, Sanatı, Eserleri s.27 (Ali Kafkasyalı, 1998)

Çeşitli Fotoğraflar;


           Şeref Taşlıova, Cüneyt Arkın, Murat Çobanoğlu

                                           Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova ile





                                           Murat Çobanoğlu, Aşık Yaşar Reyhani ile



not: fotoğraflar çeşitli internet sitelerinden alınmıştır. tüm hakları sahiplerine aittir.

Aşağıda ise Popüler yorumunu "Azer Bülbül'den" dinlediğimiz "Aman Güzel Yavaş Yürü" türküsü yer almaktadır. Bu şarkı ünlü halk ozanı Murat Çobanoğlu'na aittir ve dinlediğiniz yorumu "Kiziroğlu" kasedinden alınmıştır.



23 Haziran 2013 Pazar

En Az İstanbul Kadar Kalabalık Kafalar

işgali sayısız kahraman doğurur kalbin,
vârisler nemalanır, son sır sandığından.
elem elimden tutuyor,
                                 eyvallah, da
aşmam gereken daha kaç yâr var?
                                        muallak.

geceye hükmü geçmez ilâh olmayanın,
gündüz olur, uyananlar olur ve bir şiir en baştan başlar.
padişah hükmüyken günle savaşmak,
yarı kaygılı nice baş, bir bir geçer
                                   göğe bakma durağı'ndan.

öylesi geçer ki sanırsın sırat,
açılan sıradan bir kapıdır halbuki.
şiir biter şair susar,
al anlamı, kendine kat.



13 Haziran 2013 Perşembe

Kahrolsun Bağzı Şeyler


      yazının başlığı son günlerde sıklıkla duyabileceğiniz bir serzenişi içeriyor. gezi parkı olaylarının gülümseten yanlarından olan sağa sola yazılan yazıların şahsımı en fazla güldüreni ve en fazla düşündüreni bu oldu diyebilirim. yalnızca benim bunları düşünüp düşünmediğimi anlayabilmek adına bu yazıyı kaleme almadan önce google'da "kahrolsun bağzı şeyler" şeklinde bir arama yaptım ve bu başlık altında yazılmış çok sayıda yazıya rastladım. o arama sonuçlarına bir yazı daha eklemiş olmak amacıyla yazmıyorum elbette bu yazıyı. sanırım kahrolsun dediğimiz o kadar çok şey varmış ki, bugüne kadar birisi bu genellemeyi yapmadığı için içimizi dökemiyormuşuz. ben fırsat bu fırsat deyip aklıma gelen şeylerle kendi adıma "bağzı" kısmını dolduracağım.

başlıyorum;

- kahrolsun insanın gözünün içine bakarak çıkarcılık yapan insanlar.
- kahrolsun kendi fikirlerinin kayıtsız şartsız doğru olduğunu savunup zıt fikirleri dinleme zahmeti bile göstermeyen insanlar.
- kahrolsun adam kayıranlar.
- kahrolsun kibirliler.
- kahrolsun ilk fırsatta arkadan konuşan riyakarlar.
- kahrolsun görevini ve yetkisini amaçları dışında kullananlar.
- kahrolsun emanete ihanet edenler.
- kahrolsun geç gelen adalet.
- kahrolsun zalime mazlumdan daha fazla tölerans gösterilen düzen.
- kahrolsun küçücük çocukları sokaklarda koyan insanlar.
- kahrolsun insanları sokakta dilenmek durumunda bırakanlar.
- kahrolsun insanın duygularını sömürenler.
- kahrolsun savaş sevicileri.
- kahrolsun pkk.
- kahrolsun haksızlığa kılıf uyduranlar.
- kahrolsun adaletsizce söz sahibi olanlar.
- kahrolsun edebiyatı yapılan bir şey olarak görenler.
- kahrolsun divan edebiyatının bize ait olmadığını savunanlar.
- kahrolsun futbol yüzünden aklını bir kenara koyup toplum içinde şuursuzluk gösteren insanlar.
- kahrolsun defansif futbol.
- kahrolsun yabancı sınırlaması.
- kahrolsun "dım tıs" tan ibaret müzik anlayışı.
- kahrolsun magazin.
- kahrolsun sindirilmiş medya.
- kahrolsun kabına göre şekil alan insanlar.
- kahrolsun çıkarlarını ülkülerinin önüne koyanlar.
- kahrolsun muhalifliği yapamayanlar.
- kahrolsun tahammülsüz insanlar.
- kahrolsun gücün yanından ve peşinden ayrılmayan insanlar.
- kahrolsun rüzgarın estiği yöne giden insanlar.
- kahrolsun iki şık arasında kalmak.
- kahrolsun arabesk sözleri şiir diye sunan popüler kültür objeleri.
- kahrolsun boş söylemleri toplayıp kitap yapan unsurlar.

şimdilik bu kadar. fakat sevdim ben bunu yapmayı. devamı da gelecektir muhtemelen.


görüşmek üzere.

21 Mart 2013 Perşembe

Aşıklık Geleneği ve "Bir Taş Attım"

"2011 yılında oluşturduğumuz ve miskal i zerre de olsa edebi değeri olduğunu düşündüğüm "bir taş attım"" isimli kitapçığımızı burada yayınlamaya karar verdim. Okuyanın "tüh reziller" dememesi tek dileğim. Şaka bir yana atışma gibi maharet isteyen bir konuda bir şeyler yapınca insan ister istemez tedirgin oluyor. Netice itibariyle nice büyük aşığın nice ince ve manalı atışmasının yanında bizim yaptığımız atışma muhtemelen kaba görünecektir. Fakat iyi niyetle yapılan bir çalışmanın zararlı olmayacağını düşünüyor, hassas gönüllerden hoşgörü talep ediyorum."

Bu kitapçık, halk kültürünün en önemli öğelerinden olan aşıklık geleneğinin yaşaması adına, bu geleneğe sahip çıkmayı amaçlayan gençler tarafından oluşturulmuştur. Bilindiği gibi bizim kültürümüzde şiir, uzun yıllar sözlü bir şekilde devam etmiştir. Parmak hesabı da denilen hece ölçüsünün kullanıldığı bu şiirler, göçebe yaşam koşullarının etkisi ile sözlü gelenekte kendilerine yer bulmuşlar, aynı zamanda cönklere kaydolunarak, günümüze kadar taşınabilmişlerdir. Geçmişten bugüne kadar gelen bu geleneğin, her zaman -farklı adlarla da anılsa- icracıları vardır.

Yıllar içerisinde kam, baksı, ozan, aşık gibi değişik isimlerle anılan bu icracılar, çeşitli müzik aletleri ile bu şiirleri söyleyip halkın kültür hafızasına yerleştirmiş ve günümüze kadar getirilmesini sağlamıştır. Kamlıktan başlatabileceğimiz bu icra ehli, halkın ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda, şiir icralarını ve kendi vasıflarını değiştiregelerek zaman içinde değişik vasıflara sahip olarak, değişik isimlerle anılmıştır.

İşte aşık dediğimiz kişi ise günümüze en yakın halk şiiri icracısıdır. Yerleşik yaşama geçmiş ve belli bir maddi ve teknolojik seviye gelmiş toplumumuzun bu alandaki ihtiyacına cevap veren aşık, önü alınamayan teknolojik gelişmeler ve toplumun şiire verdiği önemin azalması sebebiyle halk nazarında gün geçtikçe itibarını kaybetmektedir. Yüzyıllar boyunca birçok büyük aşık yetişmişken, 21. yüzyıla geldiğimizde eskisi kadar çok ve önemli aşık yetişmediğini görüyoruz. Son yıllarda büyük aşık diye adını sayabileceğimiz Aşık Şenlik, Sümmani, Aşık Veysel, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova ve Yaşar Reyhani gibi isimler dışında kalan aşıklar yeterince tanınamamış ve ilgi görmemiştir.

İşte bu ortamda üzerindeki ilgi azalan bu geleneğe sahip çıkmak isteyen bizler ( Aykut, Mutlu, Musa) sanal ortamda ve tamamen doğaçlama olarak başlayan, bu geleneğe uygun atışmalarımızı bu küçük kitapçıkta topladık. Tabi ki büyük aşıkların ürünlerinin inceliğinde bir atışma olmadığının farkındayız. Maksadımız bu geleneğin ürünlerinden ortaya koymuş olarak, azalan ilginin artmasına küçükte olsa bir katkı yapmak.

Kitapçıkta biri plansız, biri planlı olarak iki atışma yer alıyor. İlk atışmanın başlangıç kısmı ne yazık ki elde değil. Bu atışma genellikle taşlama şeklinde ve arada seyirci diyebileceğimiz insanların da yorumları mevcut.
Orjinalliğini bozmak istemedik ve aradaki yorumları da aynen aldık. İkinci atışma ise planlı olarak başladıysa da taşlama bölümünde yarıda kesildi ve kitap içinde bu şekli ile mevcut. Ayrıca atışma esnasında akışa daha sağlıklı bakmak adına gerekli açıklamaları yazmaya çalıştık. Umuyoruz eli yüzü düzgün bir iş çıkarabilmişizdir.

Bu vesile ile aşıklık geleneğine hizmet etmiş bütün aşıkların, rahmete ermişlerine rahmet, yaşayanlarına selametlikler dileriz.

Son olarak bu çalışmanın vücuda gelmesinde ki yardımları için Muhammet Keklik’e ve atışmalar boyunca bizi takip edip moral veren tüm arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Aykut ASLAN (Aykudi)
Mutlu AKGÜN (Hercai)
Musa ARSLAN (Arslan Bey)


Balıkesir
2011








10 Ocak 2013 Perşembe

Bir Barbaros Romanı'na Dair Mülahazat

son zamanlarda şahsım adına bir alışkanlık mı tesadüf mü tam olarak anlamlandıramıyorum ama iskender pala'nın bu kitabından da dağıtıma başlanılmasına bir hafta kadar süre kalmışken haberdar oldum. elimden geldiğince takip ettiğimi düşündüğüm bu yazarın yeni eserinin çıkacağını bu kadar geç öğreniyor olmama çok şaşırıyorum son birkaç senedir. ama bu yazının konusu o olmayacak elbette. çıkmasına müteakip edindiğim ve okuduğum "efsane" "bir barbaros romanı" romanına dair görüşlerimi belirtmek üzere bu yazıyı yazıyorum. bu sayede bir kitaba dair fikrimi daha yazının koruyucu kollarına teslim etmiş olacak, bunun yanında kitabı okumayı planlayanlara da naçizane önerilerimi sunmuş olacağım.

bir kitabı değerlendirirken asıl olan içeriği yani yazılı olan kısmı olsa da günümüz teknolojisinin ulaştığı nokta bir ürünü pazarlama amacıyla yapılabilecek çoğu şeyi mübah sayıyor. basılmaya hazır bir eserin kapağından tutun yazı fontlarına kadar her şey yayınevlerinin birbirleri ile olan rekabetine malzeme oluyor ve dolaylı olarak tüm bunlardan bağımsız olan eseri de bu rekabetin içine sürüklemiş oluyor. bu kaygı zamanenin bir tezahürü olduğu için tamamen ortadan kalkması ancak bir ütopya olur. bu sebeple bu işi esere en az tesir ettirerek gerçekleştiren yayınevleri benim nazarımda saygın bir yayınevi konumuna yükseliyor.

bu romanı bu bağlamda değerlendirmeye başlarsak; kitabın kapak tasarımını kapı yayınları ile özdeşleşen ve benim başarılı bulduğum utku lomlu yapmış. ön ve arka kapağı tümüyle kaplayan ise george philip reinagle'nın navarino adlı şu resmi;


mizanpajını ise m. atahan sıralar yapmış ve ortaya şu şekilde bir kapak çıkmış;

kapağı genel anlamda beğendiğimi söyleyebilirim. yeşil tonları ve kabartma ile ön plana çıkarılmış kılıçlar kitabın konusuna dair ipuçları veren, aynı zamanda kitaba yakışmış bir kapak olmuş. sol alt köşedeki "1.baskı, 100 bin adet" ibaresi olmasa idi daha güzel olurdu. bunu da belirtmeden geçmeyeyim. ama yukarıda da bahsettiğim kitapların pazarlanma ile imtihanlarından biri de bu ve bunun gibi etiketler oluyor. kapı yayınları ise bu konuda özellikle iskender pala'nın geniş kitlelere hitap eden kitaplarında sınıfta kalıyor. bu ve bunun gibi etiketler eserin niteliğini düşürmüyor pek tabii ama sadık okuyucu bu ve bunun gibi etiketleri çok sevmiyor. aklıma gelmişken kapı yayınlarını, "kitab ı aşk" adlı eserin üzerine kocaman bir etiketle fiyatını yazmasından ötürü eleştirebilirim. tamam bu işin bir de ticari boyutu var fakat konu kitap olunca biraz daha duyarlı olunamaz mı diye düşünüyor ve çok umutlu olmasam da bu işin ticaretini yapanların da bunu görebilmesini diliyorum.


kitabın kağıdı ve basımı tatmin edici oranda kaliteli olmuş. elimdeki nüshasının herhangi bir sayfasında bir bozukluğa, yazılarda silikliğe vs. rastlamadım. gözüme takılan ciddi yazım yanlışı da yok. yazı fontu ile kağıt uyumlu ve okumayı zorlaştırmayan bir uyum sağlamış.

aralarda yer alan çizimler iskender pala romanlarına aşina kişilerin tahmin edeceği ve seveceği tarzda. ayrıca kitaptaki anlatım eslerinde yukarıdaki fotoğrafta da bir örneği gözüken denizcilik ağırlıklı simgelerin kullanımı çok hoş bir nüans olmuş. düşüneni tebrik etmek lazım. kitabın şekline dair en fazla sevdiğim şey sanırım bu oldu.

kitabın şekline dair dikkatimi çeken noktalar temel olarak bunlardı. şimdi ise kitabın içeriğine dair bilgiler de içerebilecek kısma geçiyorum.

efendim isminden de anlaşılacağı üzre bir barbaros romanı (roman kurallarına uygun olduğunu da belirteyim)  olan kitap başlangıçta bu iddiasını destekler biçimde barbaros hayrettin paşa'nın atasından yola çıkarak ilerlemekte. hal böyle olunca kafada birebir olarak bir biyografi okunulacağı canlanıyor. fakat iskender pala'nın 5. romanı olan bu eser de diğer dört eserden alışık olduğumuz tarzda iyi denilebilecek bir kurguya sahip. iskender pala romanlarına baktığımızda pala'nın anlattığı olaylara bizzat şahit olmak isteyen ve olan bir  üslup kullandığını rahatlıkla görebiliyoruz. anlatmak istediklerini birinci ağızdan anlatmayı seven pala kurgularında kendisini bir şekilde olayların içine sokuyor ve bize olayları bizzat anlattığını hissettiriyor. bu eserde ise "saint alkala" yahut "sidi" namı ile olayların anlatıcısı konumundaki kişinin pala'nın romandaki mevcudiyeti olduğunu hissetmek pek güç olmuyor. bir önceki romanı od'da kullandığı benzer bir kurgu ile anlattığı bu yeni hikayesinde de anlatılan kahramanın yakınındaki biri aracılığı ile olanı biteni bizlere sunmuş. bu tarz anlatılarda böyle bir kurgunun olması gayet normal zira ortada anlatılacak biri varsa onu en iyi dışarıdan bakabilen biri anlatabiliyor. bunu üçüncü şahıs diliyle de yapabilirdi fakat birinci ağızdan anlatmayı daha samimi ve kendine uygun bulduğunu düşünüyorum. ama bu bakış açısının da bazı riskli yönleri var ve ne yazık ki bir okuyucu olarak iskender pala'nın da bunun dejavantajına maruz kalmış olduğunu gördüm. bu dezavantaj ise kitabın bir barbaros romanı olmasını bekleyen okuyucuya barbarostan çok "saint alkala" yahut "sidi" yahut seyyid muradi'nin anlatılması şeklinde zuhur etmiş. (evet evet bu üçü aynı kişi) elbette barbaros ta anlatılıyor fakat bir barbaros romanı sıfatını taşıyan bu kitap sıfatının hakkını tam olarak vermiyor gibime geldi. misal bir sidi romanı daha uygun bir sıfat olurdu ve hiç sırıtmazdı. elbette bunun sebebi anlatıcı olarak seçilen kişinin sidi olması fakat pala gibi bir kalemin bu dengeyi daha iyi bir biçimde sağlayacağını düşünürdüm. yani barbarosun anlatım alanı savaşlarından ibaret kalmış gibi. mamafih esere dair bu hoşnutsuzluğumun özeti, eserin duyguya yönelen kısımların büyük bir çoğunluğunun barbarostan uzak kalması.

kitabın bölümleri ise tarihlerle ayrılmış 1511 ile başlayan bölümlerin sonuncusu ise 1546 tarihli. aradaki bölümler bir yıl sonra, dört yıl sonra gibi üst bilgilerle ilerliyor. iskender pala romanlarına aşina okurların yabancılık çekmeyeceği bir biçim olduğunu söyleyebilirim. olaylar ilerlerken bazen sıcağı sıcağına anlatım yeğlenmişken bazen ise olanların üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra geriye dönük bir anlatım kullanılmış. kimi yerlerde olaylara sıcağı sıcağına şahit olamadığımız hissini veriyor olsa da genel anlamda başarılı bir şekilde sonuca vardığını düşünüyorum.

yukarıda bahsettiğim "barbaros azlığını" hikayede ilerledikçe fark etmemeniz mümkün değil. barbaros bu hikayede "sidi ve billure" arasında anlatılanlara bir anlamda fon oluyor. billureye ulaşmaya çalışan sidi'nin macerası ve çok fazla gizemli olmadığını düşündüğüm yemini ile başta da söylediğim gibi bu kitap bir sidi romanı olmuş. romanda iskender pala'nın sidi'ye dair gizemi yeterince iyi saklayamadığını gördüm. şimdi o gizemi burada zikretmeyeyim ama okuduğunuz zaman bana hak vereceğinizi düşünüyorum. zira saklanmak istenen bu gizem çok fazla ortada duruyor ve sanıyorum çoğu okuyucu olaylar dallanıp budaklanmadan da o gizeme dair tahminlerini doğru yapacaklardır.

içeriğe dair bir başka husus ise iskender pala anlatılarının değişmez teması aşkın bu eserde de kendine ciddi mahiyette yer bulması. eser içerisinde ciddi manada yer tutuyor olsa da diğer eserlerine nazaran biraz daha az anlatıldığını düşünüyorum. aşka kavuşma telaşı pala'nın üslubu ile o saf ve tutkulu aşk sözlerinin daha az olmasına yol açmış. ama yine de zaman zaman ikinci üçüncü kez okunacak kadar güzel cümleler rastlamıyor değil. bir de pala gibi şiire fazlaca alakadar bir yazarın anlatısında şiirden daha fazla yararlanmasını beklerken bunu göremediğimi söyleyebilirim. sanırım tercihi bu şekilde olmuş.

kitabın finalinde ise tarif edemediğim bir eksiklik vardı. hala düşünüyor ama ifade edemiyorum.

bir de belki en başta söylemem gereken şeyi belirmeden geçmeyeyim. kitabın sonunda "gemici dili" adlı 4-5 sayfalık bir kısım var. benim tavsiyem kitaba başlamadan burayı bir kaç kez okumanız. zira kitabın özellikle gemili sahnelerinde fazlaca yer tutan denizcilik terimlerine aşina olmak anlatıdan alacağınız zevki fazlalaştıracaktır. yine yeri gelmişken kitabın üslubunun ve kullanılan dilin gayet üst düzey kalitede olduğunu söylemeliyim. iskender pala bu konuda fazla ileride zira.


sonuç olarak; önemli bir kalemin siyaset ve kültür tarihimizin önemli figürlerinden olan barbaros hayrettin paşaya dair anlatısı özelliğini taşıyan "efsane" "bir barbaros romanı" okunulası ve kazanımlar elde edilesi bir eser hüviyetinde. genel anlamda okuduğum için memnun olduğum bir eser oldu diyebilirim.

kalemine sağlık hocam.