4 Şubat 2012 Cumartesi

Söyleyemem Derdimi


önceden not: hayır, başlıkta yer alan ve çok sevdiğim şarkıya dair değil yazacaklarım. ama ne önemi var. insan varsa, her devirde bir şeyleri söyleyememekte var.


eğerçi dâğ-ı sînem yâre arz etmek murâdımdır
velâkin za'fdan tâkat mi var çâk-i girîbâna

sinanî

divan şiirinin yaşadığı dönemlerde yaşamak isterdim. fuzuli’nin şiirlerini o hayatta iken okumak mesela, yahut istanbul’da gezintiye çıktığımda nedim ile karşılaşmak ve onun son şiirini bizzat ağzından duymak.

öyle bir şey ki bu, bazen bir beyite rastlarsınız ve yahu bu nasıl bir hayal gücü, bu bulunduğu durumu ne kadar iyi ifade eden bir üslup der, hatta üstüne daha fazla şey demek istersiniz de kelimeler kifayetsiz kalır diyemezsiniz. içinizdeki çoşku ile ve bir şeyi tam anlamıyla ifade edememenin garipliği ile öylece durakalırsınız.

sinani’nin bu beyitini gördüğüm zaman işte tam olarak o hale düştüm. bilmiyorum aslında abartıp abartmadığımı. çokta umrumda değil gerçi. şiir okuyana ait değil midir sonuçta? ben bu beyiti alır kendi hayal dünyamdaki kahramanları oynatarak zihnimde başka bir hale sokabilirim elbette. o sebeple bu beyite verdiğim büyük dikkati gereksiz görmüyorum.

aslında herkesin anlayabileceği bir şiir olmasını isterdim şu en başta yazan beyitin. ben yahu şu beyit bana bunu bunu hissettiriyor dediğimde bana da şöyle şöyle hissettiriyor diyenlerin çokça olmasını isterdim. yani en azından şu beyitte geçen tüm kelimeleri herkesin anlayabilmesini. ama elde olan bir şey değil bu. bende bunu sevdim, bu şiire gönül verdim, belki bu şiirde kendimi buldum ya da her neyse işte. esasen çok zor olmadığını düşündüğüm bu kelimelerin anlamını aşağı yukarı herkesin çok rahat bir şekilde öğrenebileceği kanaatindeyim. ne yazık ki ufacık bir zorluğa tahammül edemeyip, hazır olana yetinen insanlardan şikayetçiyim ama bu yazı içerisinde bir şey demeyeceğim.

şimdi bu beyiti kabaca günümüz türkçesi ile ifade etmeye çalışayım. beyit, “ göğsümün yarasını yâre göstermek istiyorum ama acıdan, bitkinlikten gömleğimi yırtmaya halim yok” diyor. günümüz türkçesi ile ifade ettik beyiti ama sanıyorum yeni bir problem daha çıktı, ne demek istiyor? divan şiirine, divan şairinin dünyasına ve divan şiirinin terminolojisine dair fikri olmayan birçok kişi bu soruyu dillendirecek çok büyük bir ihtimalle. bundan dolayı aklım erdiğince şu beyiti anlatmaya, anlamayanı beyitin içine çekmeye çalışmayı deneyeceğim.

genelde beyitler açıklanırken-şerh etmek denir aslında- içlerindeki belli kavramlar-mazmunlar diyebiliriz bunlara- ele alınarak beyitin içine dalınır. ben de öyle yapmaya çalışacağım.

efendim, beyitte ilk açıklamam gereken kavram “dağ-ı sine” yani göğüs yarası. ne demek göğüs yarası peki? aslında adı üzerinde göğüsteki yara demek. ama tabii buradaki göğüsten kasıt kalp, yani aşkın merkezi. fakat herhangi bir kalp değil bu, aşık olanın kalbi. divan şiirinde aşık daima erkektir. bunun istisnası yoktur. divan edebiyatı formunda şiir yazdığı bilinen hanım şairler bile şiirlerinde daima buna uygun şiirler vermiş ve sevgiliyi ahu gözü ile, şeker dudağı ile, ayva tüyleri ile tanımlamış ve ona olan hayranlığını dile getirmiştir.

maşuk, yani sevgili ise divan şiirinin başrolündedir. başrol ama nasıl başrol? kaprisli mi kaprisli, bigane mi bigane, gaddar mı gaddar. yani bir insana acı çektirebilecek her türlü donanıma doğuştan sahip bir varlıktır maşuk. bu işlemi o kadar ustalıkla yapar ki, yaptığı onca cefaya rağmen aşık onun kapısından bir dem olsun ayrılmak istemez. nedir peki aşığı maşuğun kapısından ayırmayan bu sır, bu yol?

gamze denilen bir şey var a dostlar. süzgün bakış diye tanımlanan ve bir aşığın aşık olmasına sebep olan o kutlu hadise. sevgilinin aşığa bakması ve gözlerini bir yay gibi kullanıp, kirpiklerini ok misali aşığın kalbine atması. bu bakış aşığın bağrına gelir ve orayı tarumar eder. sevgilinin bu bakışı aşığı öyle bir hale getirir ki aşık çektiği acıyı zevk edinir ve sevgiliye delicesine bağlanır. ondan gelen her cefayı iltifat sayar, onun aşığı olmakla övünür ve ağyar ile kıyasıya bir mücadeleye tutuşur. bu yolda her şeyinden caymaya her dem hazırdır. bitap hali, kan revan içinde kalan bağrı hiç ama hiç önemli değildir. ne de olsa hepsi sevgili uğrunadır.sevgili ki elest bezminde göz açıp kapayana kadar ki süre içerisinde gördüğümüz ilahi sevgiliden bir parça taşıyandır. sevgili ki en kusursuz, en güzeldir. hal böyle iken aşığın sevgiliye duyduğu bu hudutsuz tutkunun sorgulanması dahi abestir.

evet bu azıcık derinliğe dalmadan sonra beyite geri dönelim. “dağ ı sine” ye.
işte, sevgilinin gamzesi ile oluşan bu yaralar, aşığın velinimeti, dağ ı sinesidir. bir anlamda aşık olmanın nişanıdır bu yaralar. aşık bu yaraları ile övünür, ne de olsa sevgili ona iltifat etmiş ve bağrını kanatmıştır. sevmeseydi bakmaya dahi tenezzül etmezdi zira.

beyitte ikinci olarak “çak ı giriban” kavramından kısaca bahsedelim. bunu ise yaka yırtmak şeklinde ifade edebiliriz. yani aşk o derecede çoşku ile aşığı esir alıyor ki, aşık kendinden geçerek göğsünü dövüp, gömleğini yırtıyor.

şimdi ise beyiti toparlayalım.

aşık, efendisinin karşısına çıkıp aşıklığın nişanesi, sevgilinin ona bir lütfü olan bağrının yaralarını gösterip, işte ben senin aşığınım demek istiyor. ama aşk ona o derece harap edip güçsüz kılmış ki gömleğini yırtıp göğsünü açmaya derman bulamıyor. ne büyük bir talihsizlik, ne acı bir hal.

bazen içine daldığım bu beyitler hayal dünyama çok çok fayda sağlıyor. bu dünyayı düşünmek bile başlı başına büyük bir hayal kurma işi. bir de azıcık derinlere dalmaya meraklı biri iseniz keşfedilmemiş çokça şeyi keşfetmeniz işten bile değil. bilmiyorum karşıdan, çok uzaktan bakınca nasıl gözüküyor bunlar ama korkmayın yahu, gelin bir kafanızı uzatıp bakın. ben içerideyim bakın boy bile veriyorum size.

divan şiiri insandan müteşekkil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder