19 Ekim 2012 Cuma

Nef'i; Seni de yâd ettik kusura bakma

ön söz, önceden söz;
"şiire gazele gönül verdim, şiire gazele..."


"derdim nice bir sînede pinhân ederim
 bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben "
                                                    nef'i

gerekçelerimi, sonradan baktığım zaman aslında çokta gerekli olmayan sebeplerden ötürü çokça önemli olmayan yerlerde bırakmıştım bundan kuş uçuşu nereden baksan beş dünya yılı öncesi bir vakitte. bu arınıklık haleti, ruhani anlamda fırtınalarla hemhal olan varlığımı bir nebze de olsa rahatlatmış olmalıydı benim hesaplarıma göre. ama burası çokça dünyaydı, hesaba katmadım bunu. çünkü burada umulan şeyler istisnalar dışında umulmadığı gibi nihayete erme konusunda birbirleriyle yarışıyordu sanki. hayır üzülmedim dersem yalan olur fakat salt olarak üzüldüm kelimesi benim hissettiklerimi tam olarak anlatamıyor ne yazık. oysa ben türkçeye çok ama çok güvenirdim. esasen o güvenim hala aynı şekilde devam ediyor. sanırım ben orhanveligibidüşünenbiradam oldum o anda kelimeler hakkında. evet, kelimelerin kifayetsiz kalabileceği anları ilk kez yaşıyordum belki. ömür değişik yaşamlıklarla dolu idi ne de olsa. misal pamuk şekerinin bildiğimiz toz şeker ile yapılıyor olduğunu öğrendiğim anda da bu hale benzer bir hal bulmuştum ruhumun üzerinde. onu silkeleyince hemen gitmişti ama bu halet gitmiyordu. ilk kez korktum bu yüzden ve korktuğum zaman istisnasız yaptığım şeyi yaptım, bildiğim sureleri okumakla başladım işe subhaneke'den, ayet'el kürsi'ye varıncaya kadar. sonra dua ettim sık sık. özel günleri fırsat bilip-hoş gör Allahım- daha da çok dua ettim.

sonra tüm bunların üzerine bir de uyku çöktü üzerime, uyudum. ama nasıl uyuyorum görmeliydiniz. ben de görmedim o halimi aslına bakarsanız ama siz görmeliydiniz. bir kere günlük uyku değildi o. hatta belki dünyadaki gün kavramından çok ama çok başka bir şeye dairdi. fazlaca dünyalı olduğum için idrak sınırlarım dahilinde mana veremedim pek tabii. ama görmeliydiniz, hatta aranızda bu dünyadan olmayanlar vardıysa mana dahi vermeliydiniz. sevinirdim.

rüya gördüm. bir at, hemen "at murattır" diye yordular hayra. neden öyleydi acaba? at ile murat arasındaki kafiye miydi bu yormanın temeli diye soramadım kimselere. çok merak ediyorum hala aklıma geldikçe. sonra beyaz bir bulut vardı ve gözü de vardı. birileri üstün açık kalmıştır diye espri bile yaptı oysa ben hiç gülmedim. vazgeçtim, gittim kimseye anlatmadım gerisini. oysa çok güzeldi devamı ama işin kötüsü ertesi gün unutmuştum geri kalanını. kısmet dedim.

tel örgülerle çevrilmiş olmasına rağmen gitgellerimiz sonucu bir yanından açılmış kapısı bulunan mahallemizin yeşil alanında en çok futbol oynanıyordu. hatta sadece futbol oynanıyordu. kimse o yeşillikte oturup kitap okumuyordu misal. gözümü kararttım ki rüyamı unuttuğum güne denk geliyor, gittim en kalın kitabımı yanıma alıp o yeşilliğe. tellerin yerini duvarlar almıştı. topraktan gökyüzüne uzanan çokça katlı ve dünyalık bir ev yükseliyordu o yeşillikte. belki binadakiler kitap okuyordur diyerek avunup gerisin geri döndüm ve gerekçelerimi bıraktığım yere varmış oldum.

ben bir şey yapmadım hor görmeyiniz, hepsi dünyanın suçu.